AHISKA’NIN HASRET GÜLLERİ
-
8
( Yazan :
Ahmet Ünal ÇAM
http://huzur.sehri.com )
---
Biri kibrit çaksın!...---
Ebe kadın telaşlandı;
“Bebek ters geliyor, kanaması da çok fazla.”
Ebe kadın çabaladı,
sonunda bebeği kucağına aldı ama yüzü gülmüyordu. Bebeğe bakan Cemileyle,
Nilüfer, yeni anneye baktıklarında durumu anladılar, ölmüştü.
Ebe, çocuk kucağında bir
süre ne yapacağını bilmez halde dolandı. Yaşlı bir kadın; “Babası askerde,
anası öldü, garip kaldı, adı da ‘Garip’ olsun”. Ebe bu garip sözünden sonra
istemeye istemeye bebeği anasının kucağına bıraktı; “Açın memesini emsin,
bebek yeni ölen annesinin sütünü emerse çabuk ölür’ derler”
Ölmesi beklenen bebek, o
yoklukta ölü annesinden emdiği süt sayesinde yaşamayı başarmıştı. İki üç gün
sonra verilen molada askerler cesetleri yol kenarlarına attırdı. Başka bir
vagonda yolculuk yapanlardan genç bir anne, askerler yeni ölmüş bebeğini
atınca, dayanamış, bebeğinin peşi sıra yamaçtan aşağı atlayıp, karlarla
yuvarlana yuvarlana gitmişti.
Tren yola çıkarken, genç
annenin yaşayıp yaşamadığını bile kontrol ettirmedi askerler.
Çok az yiyecek
vermişlerdi, açlıklarını karşılamaktan çok uzaktı. Anneler ve yaşlılar,
çocuklar aç kalmasın diye uğraştıklarından kendi yiyeceklerini de onlara
veriyor, kendileri gittikçe bitkinleşiyordu.
Birkaç gün sonra Bakü de
verilen molada ilk defa verilen yiyecek boldu. İnsanlarda bir rahatlama, bir
yaşam umudu olmuştu.
Yaşanan sıkıntılardan,
kendi dertlerini unutan Cemile ve Nilüfer ilk defa sevdiklerinden söz açmaya
başlamışlardı. Cemile, Halil’in ruhuna dualar etti. Nilüfer de Hasan’ının
sağ-salim dönmesi ve kendilerini bulması için dualar etti. Fısıltıyla acı
türküler söylediler.
Soğuktan donmamak için
kadınlar bir yanda erkekler bir yanda toplaşmıştı. Bir konaklama esnasında,
Sovyet askerleri gerçeği söylemişlerdi artık; “Stalin’in emriyle Sibirya’ya,
Kazakistan’a, Özbekistan’a gönderiliyorsunuz, Geri dönmeyeceksiniz”. İsyana
ne güçleri ne cesaretleri ne de en ufak bir silahları vardı, sustular.
Mola yerinde tuvalet
ihtiyacını gidermek için dağıldılar ama bazı kadınlar utancından fazla
uzaklaşmıştı. Karlı ağaçların arasına dalan kadınlara bir askerin;
“Kaçıyorlar, ateş edin!” emriyle bir anda kurşun yağmaya başladı, feryat
figan arasında bir sürü kadın,kız vuruldu. Yaralılara kimseyi
yaklaştırmayıp, uzağa gidenleri de beklemeden treni hemen harekete
geçirdiler. Ağlaşa ağlaşa vagonlara bindiklerinde bu yolculuğun sonunda
yaşamalarının değil ölmelerinin istendiğini anladılar.
Kamil efendi; Seferov
söyledikleri bir bir çıkıyor, Partizan’a üye bir arkadaşı söylemiş her şeyi,
“Dostum, Türkleri sürecekler buralardan, Kırımlıları sürdüler. Üstelik
istedikleri kadar ölen olmadı diye Stalin kızmış, sorumluyu değiştirmiş.
Sizi sürerken daha z yiyecek verip, Sibirya’nın en soğuk yerlerinden
dolaştıracaklarmış. ” demiş. Hiç inanmamıştık hiç. “Bizde de Partizan’a
üyeler var, bizde de Kızıl orduya üyeler var, biz niye duymadık” diye kızıp,
bağırmışlardı.
Naz hanım birden
telaşlandı; “-Biri kibrit çaksın!... Abla !.., Latife
abla !...”
Kibrit çaktılar, Latife
hanım yoktu. Kadınlardan biri çekine çekine; “Senin
yanında oturan kadın, ihtiyacı için ağaçlıklara gitmiş, gelirken gördüm ama
ateş açtıklarında o da vuruldu”.
Cemile ile Nilüfer,
koşup Naz hanımı tuttular, acıyla inleyen kadını yavaşça yere bıraktılar,
kibrit söndü.
*** ***
***
|